Bir kadının portresi (birinci perde)

Mia Zapata

 Mia, Tina, Karen, Carol ve Rita. Beş kadının hikayesi. Aslında gayet aşina olduğumuz hikayeler. Sık sık farklı isimlerle, farklı yerlerde, farklı zamanlarda karşımıza çıkan, sık sık yaşanan hikayeler.

Mia
Mia ve grubu The Gits nihayet hayallerini kurduklarını günlere yaklaştıklarını hissediyordu. Arzu ettikleri alakayı görmeye başlamıştı müzikleri. 1993 yazıydı. Yer Seattle, rock alternatifti. Seattle’ın rock ortamları dünyayı ele geçirmekteydi. Mia ve grubu The Gits için de parlak günler belirmişti ufukta. İlk albümleri fena iş yapmamıştı, ama esas şimdi, bir büyük plak şirketi desteğiyle kim bilir neler olacaktı. O 1993 yazının 6’ı Temmuz’unu 7 Temmuz’una bağlayan gece, Mia arkadaşlarıyla gece gezmesindeydi. İyi geçen solo bir konser vermiş olmanın heyecanı ve mutluluğuyla. Geceyarısına doğru arkadaşlarına veda edip mekandan ayrıldı.

Ike ve Tina

Tina
1950’lerin ikinci yarısıydı. Blues’un rock & roll’a evrildiği zamanlar. Siyahi Amerikalıların gece kulüplerindeki ortamların efsana mertebesinde görüldüğü, Ahmet Ertegün gibi prodüktörlerin bu kulüplere gidebilme şansına erişip tek tek o sahnelerde dinledikleri isimlere plaklar yapmaya çalıştığı zamanlardı. Tina, henüz o günlerde gerçek ismi Anna Mae ile çağrılıyordu. Bir gece pek sükseli ekip Kings of Rhythm’i dinlemeye gitti. Ike Turner’in ekibiydi Kings of Rhythm. Ve göz alıcı bir sahneleri vardı. Tina hem gruba hem de Ike’ye vuruldu. O geceyi takip eden günlerde Tina grubun solisti olmak için ciddi bir çaba sarfetti. Nihayetinde Ike & Tina Turner olarak 1960’ta ilk 45’lik plakları piyasaya çıktı.


Karen
Karen Liseden mezun olduğunda boyuna göre kilosunun fazla olduğuna emindi. Hem de çok emindi. Su bazlı sıkı bir diyete girdi. Muvaffak da oldu. Ciddi manada kilo verdi. Karen’ın ilgilendiği tek şey kilosu değildi. Gitar ve davul çalıyor, şarkılar söylüyordu. Abisi Richard’la birlikte. İkisi 60’ların ikinci yarısında pek de popüler olan ‘ikili’ düzende müzikal faaliyetler göstermekteydi. Gayet de iyiydiler. Bir plak şirketinin dikkatini çekip ilk albümlerini kaydetmeleri güç olmadı. 1969’un son günlerine girerken The Carpenters adıyla ilk plakları çoktan raflara teşrif etmişti.



Carol
Carol’un da müzikle yakinen ilişkisi 50’lerin sonlarında, o siyahi Amerikalıların coşturduğu kulüplerde başladı. Tıpkı Tina gibi. Trombon çalan bir babanın kızıydı Carol. Trombon çalan ve şiddete meyilli bir baba. Müzik her anında vardı büyürken. Annesinin hediye ettiği bir gitarsa müziği dinleyen taraftandan icra eden tarafa geçmesine vesile olmuştu. O gece kulüplerinde biraz caz, biraz blues çokça da yetenekli müzisyenden iyi müzik dinledi ve icra etti. Akustik gitardaki maharetleri keşfedildi. Henüz efsaneleşmemiş Sam Cooke’un ilk albümünde yer alacak “Summertime” (Janis Joplin’den de dinlediğimiz “Summertime”) için kayda gireceğini öğrendi. İşler rast gitti, “Summertime”ın kayıtlarında çaldı. İşler biraz daha rast gitti, meşhur “La Bamba”nın akustik ritim gitarlarını çalmak da Carol’a emanet edildi.


Rita 
İlk kızı Sharon dünyaya geldiğinde 18 yaşındaydı Rita. İkinci kızı Cedella dünyaya geldiğindeyse 21. Jamaika’nın tenekeden barakalara ev demek zorunda kalınan fakirliğinde, Jamaika usulü bir rock’n’roll yapmaya çalışan gencecik müzisyenlerin arasındaydı. Sesi güzeldi, şarkı söyleyebiliyordu. Bob’la tanıştığında Sharon doğmuştu. Bob’la ilişkileri de Cedella’yla meyva vermişti. Bob, Sharon’u da nüfusuna geçirmişti. Kısıtlı, ‘şaka gibi’ imkanlarla 45’lik plaklar yapıyordu bu genç Jamaikalı müzisyenler. Bob, dostları Peter Tosh ve Bunny Livingston’la birlikte bizim bugün reggae adıyla bildiğimiz müziği keşfededursun, Rita da hem annelik hem de şarkıcılığı bir arada götürüyordu. Derken 70’ler geldi. Dünya Bob Marley ve rasta saçlarından haberdar oldu. Ama ne haberdar olmak...





Yorumlar

Popüler Yayınlar