Anne gitme, eve dön baba


Mimi, misafirini kapıya kadar geçirmiş, vedalaşıp içeri girmiştir. Rahat bir nefes alıp oturmak üzereyken dışarıdan gelen sesle irkilir. İnsana bir an için dünyayı bile durduracakmış gibi gelen seslerden biridir duyduğu. Hemen koşarak dışarı çıkar. Az önce güle oynaya vedalaştığı kardeşi Julia’yı bir arabanın önünde, yerde yatarken görür. Tarih 15 Temmuz 1958’dir.

Adı John Winston olsun

Alf (Alfred Lennon) bir denizci, Julia ise kanı fıkır fıkır kaynayan, eğlenmeyi, iyi vakit geçirmeyi seven dikkat çekici genç bir kadındır. Stanley ailesinin beş kızından biridir. Ablalarından Mimi, belki de onu bu yaşına kadar en çok koruyup kollayandır. Her iki gencin de ailesi pek onaylamak istemez bu izdivacı. Ama gönüller kaptırılmıştır bir kere, geri dönüş zordur. Aralık 1938’de evlenir Alf ve Julia. Anlatılanlara göre herkesin hemfikir olduğu tek konu iki yıl sonra doğan oğullarına John Winston Lennon adının konulmasıdır. John büyükbabasının ismidir. Winston ise Nazi uçaklarının yoğun bombardımanı altındaki İngiltere’de doğmasının da etkisiyle uygun görülmüştür.



Alf’in mesleği başta çok ihtişamlı görünse de, sık sık Julia’yı evde oğluyla bir başına bırakan deniz aşırı seferlere çıkışı genç kadının tüm hevesini kursağında bırakır. Öyle ki Alf’in yine evden uzak olduğu bir vakitte gönlünü Galli bir askere kaptırır. Her zamanki gibi içinden geldiği gibi hareket eder. Ama bir ‘sorun’ vardır; bu Galli askerden hamile kalmıştır.

Alf durumu metanetle karşılar, Julia’ya seçimini yapmasını söyler. Julia seçimi kocasından yana kullanır, Galli askerden olan kızını İskandinav bir aileye verecek kadar kararlıdır kararında. Ama işler bir kere ters gitmeye başlamıştır evliliklerinde. Alf’in yokluğu yine canına tak eder. Bu defa kesin ve net bir ayrılık söz konusudur. Boşanmazlar ama Julia, Jon Dykins isimli, başka şartlar altında olsalar ailesinin de rahatlıkla onay vereceği, bir adamla yaşamaya başlar. Ama şartlar ‘başka’ değildir. Mimi, ablalığının da verdiği cesaretle Alf ve Julia’nın oğlunun bu hiç de hoş olmayan ortamda büyümesini istemz. Henüz beş yaşındaki John’u himayesine alır. Bunda Alf ve Julia’nın beş yaşındaki Elinden geldiğince de Julia ve yasak aşkını John’dan uzak tutar uzun yıllar. Ta ki John gizli gizli annesi ve annesinin Dykins’le kurduğu aile hayatına dahil olmaya başlayana kadar.

Beş yaşında maruz kaldığı anneni mi yoksa babanı mı istiyorsun sorusunun bıraktığı iz kendini fazlasıyla belli eder hale gelir. Bir yandan annesine büyük bir özlemle, hayranlıkla yaklaşmaktadır. Aşkı aratmayacak yoğunluktadır hisleri. Öte yandan oğluna sahip çıkmayan annesine karşı derin bir kızgınlık vardır içinde. Zaman zaman iyice su yüzüne çıkan kızgınlığı, acımasızlaştırır da John’u. Tadını doyasıya çıkaramaz bir türlü bu geç kalmış anne-oğul buluşmasının.

Rock’n’roll zehri

Lise çağına geldiğinde, anne evindeki televizyonunda eşsiz yardımlarıyla Amerikan müziğinin has isimleriyle teker teker tanışır. Bir yandan da James Dean ve Marlon Brando gibi 50’lerin ‘asi’ erkeklerinin bıçkınlığına fena halde özenmektedir. Rock’n’roll eğitimini de bu sıralarda ilerletir. Bill Haley’in ‘Rock Around The Clock’u, Elvis Presley’in hal ve tavırları tahmin edeceğiniz üzere başköşeye yerleşiverir. Genç evlatlarının bu ‘ahlaksız’lığa davet çıkaran hareketli müziğinin rüzgarına kendilerini kaptırması ‘iyi’ ailelerin en korktuğu şeylerden biridir o günlede. Lakin John mevzubahis zehri çoktan almıştır bünyesine. Mimi teyzesinin iflah olmaz bir klasik müzik sever olmasına rağmen, annesinin modern müziklere olan ilgisi John’a da cesaret vermektedir. Üstüne üstlük hayatındaki otorite figürü Mimi’ye karşı çıkış için de biçilmiş kaftandır.

Mimi Teyze ve John

Karşı cinsin varlığını keşfiyle beraber rock’n’roll daha da öne çıkar hayatında. Kızların ilgisini çekmek için de idealdir rock’n’roll. Annesinden banjo çalmayı öğrenir ama kafi gelmez. Bir gitar edinilmesi şarttır. Mimi teyzeye bakarsanız John’a ilk gitarını o hediye etmiştir. Birlikte şehre inilmiş ve 17 sterlin’e bir gitar alınmıştır. Oysa anlatılan bir başka ‘Lennon’ın ilk gitarı’ hikayesine göre, John’un ilk gitarı annesi Julia’nın postayla sipariş ettiği ve taksitle ödediği bir gitardır. Teyzeden gizli edinilmiş ve varlığı sır gibi saklanmıştır. John Lennon’un hayatındaki bu iki önemli kadına dair itilaf bu ‘ilk gitar’ hususunda bile ortaya açıkça çıkar. Hayatını yönlendiren bu iki zıt karakterin kurduğu ‘denge’ Lennon’ın kişiliğine de yansır.

50’lerin tam ortasına denk gelen yılların gözde müziği skiffle’ı çaldıkları ilk konserlerini The Quarrymen adıyla verir John ve arkadaşları. İlgi çekerler. Bu sayede önce Paul McCartney, ardından da George Harrison’la tanışır. İki genç adamın da başka birinin grubunda çalmasındansa onunla çalmasının kesinlikle daha mantıklı olduğu sonucuna varır Lennon. The Beatles’ın temel atma töreni de böylece gerçekleşir. Kapısının önünden geçerken meraklı gözlerle içeriye girenlere baktıkları Liverpool şehrinin meşhur The Cavern Club’da ortalığı yıkacakları günler artık hiç de uzak değildir. Tüm bunlar olup biterken Mimi ve Julia’nın arası da iyileşmiştir artık. Daha sık görüşmeye başlamışlar, tıpkı eskisi gibi sıkı bir abla - kardeş ilişkisi yeniden kurmayı başarmak üzeredirler.

15 Temmuz 1958

Kapı çalar. Annesinin evinde olmanın verdiği rahatlıkla John açar kapıyı. Gelen bir polis memurudur. Kötü haberin tez duyuluşunun en üniformalısından, heybetli bir kanıtı gibi dikilmektedir kapıda. “Julia Lennon’ın evi mi?” diye sorar. Ardından içinden ölüm geçen bir iki cümleyle kötü haberi verir. John henüz nasıl bir tepki vereceğini bile kestirememişken, Jon Dykins’in ağzından “peki şimdi çocuklara kim bakacak?” sorusu çıkar. O an, Dykins’ten nefret eder John. Son birkaç yılda annesiyle ne kadar yakınlaştığını düşünür. Onu yanında ne kadar rahat olduğunu, onunla ne kadar iyi anlaştıkları geçiverir aklından bir çırpıda. Okkalı bir küfür basar sessizce, “Bundan sonra hiç kimseye karşı bir sorumluluğum olmayacak.”

 * “Anne gitme, Eve dön baba” John Lennon’ın 1970’de kaydettiği ‘Mother’ın sözlerinden.

Yorumlar

Popüler Yayınlar